Günümüz modern toplumlarına mensup bireyler diğer yüzyıllarda yaşamış olan atalarına kıyasla, sahip oldukları yüksek teknoloji ve hayli gelişmiş toplumsal iş bölümünün etkisiyle, ciddi bir bolluk döneminin içerisinde yaşamlarını sürdürüyor. Maslow tarafından formalize edilen ihtiyaçlar hiyerarşisindeki hayatta kalmalarını sağlayacak birçok şeye doğuştan sahip bu bireyler hayatta kalmaya değil anlam bulmaya çalışıyor. Bugün içinde bulunduğumuz iletişim çağında insanlar yalnızca anlam aramakla da yetinmiyor, anlamlar üretiyor, bunları çoğaltıyor ve yayılmasını sağlıyorlar. Yani bir bakıma herkes hem birer hikaye anlatıcı hem de birer dinleyici.
Bu noktada Shakespear’in orijinal adıyla “As You Like It” isimli pastoral komedisinde geçen monoloğun bir kesitini düşünmeden edemiyorum; Dünya bir sahne, insanlar sadece birer oyuncu.
Gelin bunu biraz daha açalım ve iş dünyasının protagonisti liderler bu hikayenin neresinde konumlanıyor buna bir bakalım.
Düşünen Bir Hayvan; İnsanın kökeni ve Hikaye Anlatıcılığı
Yeryüzünde medeniyetler inşa eden tek türün insan olması bizim diğer canlıların aksine düşünebilen varlıklar olmamızla sıkça ilişkilendirilir. Bu düşünceye katılmak ile beraber bence asıl fark insanların söylem üretebilmesinde ve bu söylemleri etkin bir şekilde iletişim kurmak için kullanabilmesinde yatıyor. Bu noktada dil zamanın bariyerlerini yıkmamızı sağlayan oldukça kullanışlı bir araç olarak karşımıza çıkıyor, bunun nedeni herkesin kabul edeceği üzere dil ve yazının biz insanlara sahip olduğumuz bilgi ve tecrübeleri depolayarak gelecek nesillere aktarma olanağı sağlamasıdır. Hikaye anlatıcılığı, insanlar arasında fikirleri, duyguları ve deneyimleri etkili bir şekilde iletmek için kullanılan güçlü bir araçtır. Tarihsel olarak, az önce de belirttiğim gibi, hikayeler, bilgi ve değerlerin nesilden nesile aktarılmasını sağlamak suretiyle toplumları bir arada tutmuştur. Bu bağlamda hikaye anlatıcılığının kökeni, insanın ve medeniyetin kökeni kadar eskidir demek yanlış olmayacaktır. Hikayeler sayesinde beynimizin içinde yüzen sayısız soyut kavramı somutlaştırabilir ve bunu diğer insanlara aktarabiliriz, onları ikna edebilir ve dünyayı bizim gördüğümüz şekilde görmelerini sağlayabiliriz. Hikaye anlatıcılığı bana sorarsanız dilin en sofistike kullanım biçimidir. İnsanları duygusal olarak etkileyerek kişisel deneyimlerle bağ kurulmasına olanak tanır. Hikayeler dinleyicinin empati kurmasını sağlar ve hatta, gerçek bir liderin dudaklarından dökülen bir hikaye, insanların harekete geçmesini sağlayacak başlıca bir itkiye dönüşebilir.
Günümüzde Hikaye Anlatıcılığı; Benlik Sunumu Olarak Tüketim
Peki hikayeler iş dünyası için neden önemli? İnsanlar günlük yaşantılarında farkında bile olmadan birçok farklı şekilde benlik sunumları yaparlar. Bu benlik sunumları, kişilerin kendilerini nasıl algıladıklarını, başkalarına nasıl görünmek istediklerini ve toplumdaki sosyal statü ve ilişkilerini nasıl algıladıklarının bir yansımasıdır (Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu – Erving Goffman). Yani aslında hepimiz bilerek ya da bilmeyerek her gün kendi hikayemizi anlatırız, kendi hikayelerimizde baş rol oynamak diğerlerinin hikayelerindeyse vazgeçilmez yardımcı karakterler rolüne bürünmek değiştiremeyeceğimiz bir kader.
Bu noktada içinde bulunduğumuz bolluk döneminin de bir getirisi olarak, günümüzün anlam arayan bireyi ihtiyaçlarının yanı sıra istekleri ve arzuları doğrultusunda tüketim yapar, yani “gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrım ortadan kalkmıştır” (Tüketim Toplumu – Jean Baudrillard). Böylece tüketim ve tüketim alışkanlıkları başlı başına bir benlik sunumu halini alır. Debord “Gösteri Toplumu” isimli kavram ile bu duruma daha eleştirel bir bakış sunuyor, ona göre, insanlar artık doğrudan gerçekliği yaşamak yerine, medyanın sunumları, reklamlar ve tüketim çılgınlığı aracılığıyla gösteriye katılıyor. Bireyler, tüketim alışkanlıkları ve medyanın dayattığı idealler üzerinden kimliklerini oluşturuyor ve bu şekilde diğer insanlara kendilerini sunuyor. Yani tüketimin bir çeşit benlik sunumuna evrilmiş olması yeni bir şey değil, akademik olarak birçok farklı alanda yürütülen çalışmalara konu olmuş bir mesele. Başka bir yazımda kaleme aldığım gibi (Kara Cumalardan Yeşil Cumalara, Arzu Deniz Aksoy, Ocak 2023) markalar da pek tabii bunun farkında ve yalnızca bir meta üretip onu pazarlamanın ötesinde, soyut anlamlar da üretmekteler. Bu tüketiciye kendi ideal benliğini tüketerek sunma fırsatı sağlamanın yanı sıra benimsediği hayat tarzına ulaşmasına da yardımcı olmakta, örneğin toplumsal yardımlaşma ve eşitliği benimsemiş insanların imkan buldukça “Fairtrade” etiketleri ürünleri tercih etmesi gibi. Özetle tüketim bireyin kendi hikayesini anlatmakta kullandığı bir araç haline gelmiş durumda ve dolayısıyla hikaye anlatıcılığını da markaların yakından ilgilenmesi gereken bir konu haline getirmiş bulunmakta.
Hikaye Anlatıcı Olarak Lider
İnsanların yalnızca düşünen birer hayvan olmadığını, aksine yeryüzündeki yegane politik canlı olduğunu vurgulamak gerek, çünkü hiç kimse hikayesini aynanın karşısına geçip kendi kendisine anlatmaz, hikayeler onları dinleyen birileri olduğu sürece anlamlıdır. Hikayesini insanlara dinletmeyi başaran kişi gerçek bir liderdir. Söylemlerini en etkili şekilde diğerlerine aktarabilen ve tıpkı birer uçak bileti misali, dinleyicileri anlattıkları hikayeler ile kendi dünyalarında bir tura çıkarmayı başarabilen güçlü hitabete sahip kimselerin günün birinde birer lider olarak karşımıza çıkması neredeyse kaçınılmazdır. Bu kişiler insanlığı ileriye taşıyabileceği gibi sayısız deliliğe sürükleme gücüne de sahiptir. Geçmişte ve günümüzde bunun sayısız örneği mevcut, Martin Luther King, Nelson Mandela, Steve Jobs, Jeff Bezos gibi isimlerin her birinin en belirgin ortak noktası kendi alanlarındaki bir şeyleri hikayeleştirmedeki üstün kabiliyetleridir demek yanlış olmayacaktır. Sinan Sülün’ün kaleme aldığı “Lider Neden İyi Bir Hikaye Anlatıcısı Olmalı?” isimli yazıda da belirtildiği gibi, liderin başlıca görevi insanları belirli hedeflere ulaşmak üzere motive etmektir. Fakat bir grup insanı harekete geçirmek için düşünceler tek başına yeterli olsaydı, insanlık tarafından üretilmiş en parlak ve en derin düşüncelere bir tık uzakta olduğumuz bu çağda bir ütopyanın içinde yaşıyor olurduk. Tam da bu noktada liderler tıpkı birer protagonist misali öne çıkıyor. Hikaye anlatıcı bir lider vermek istediği mesajları kendi hayatı üzerinden hikayeleştirerek karşısındaki insanlara aktardığında onlara empati yapmaları için olanak tanımış olurken, herkesin kendi kişisel deneyimleri ile anlatı arasında bir bağ kurmasını da mümkün kılmış oluyor. Bu sürecin işleyebilmesi için liderin dürüst ve açık olması son derece önemli. Ancak bu şekilde dinleyicilerin güvenini kazanarak onlar için bir ilham kaynağına dönüşebilir. Sinan Sülün bu bağlamda bahsi geçen dürüstlük ve açıklığı şu sözlerle vurguluyor; “Lider de bizim gibi bir insandır. Duyguları, başarısızlıkları, hayalleri ve hayal kırıklıkları vardır. İkna etmek ve harekete geçirmek istediği insanlara ne kadar kendini anlatırsa, insanlar ona o kadar güven duyarlar. Psikologlar buna “kendini açma” yöntemi der. Bunun işe yaramasının en önemli sebebi, eğer birine eksiklerinizi anlatacak kadar güvendiğinizi gösterirseniz o da eksiklerini gösterecek kadar size güvenir.”
Yani lider, bir papazın aksine başkasının hikayelerini anlatıp kendisi bambaşka bir hayat sürerek cemaatini bir arada tutmaya çalışmak yerine, bir peygamber misali kendi hikayesini anlatan ve doğrularıyla yanlışlarıyla o hikayeye göre yaşayan kişidir. Lider böylece insanları bir arada ve güvende tutmak bir yana, onlara yürümelerini istediği yolu daha önce yürüdüğünü kendi tecrübeleriyle göstererek topluluğunu harekete geçirir ve ileriye taşır.
Sonuç olarak bugün, hikaye anlatıcılığı tüm iş dünyası ve liderler için olmazsa olmaz bir nitelik olarak karşımıza çıkmakta.
Değişim rüzgarlarının durmaksızın estiği günümüz dünyasında her geminin bir kaptana ihtiyacı olduğu gibi her kaptanın da tayfasını motive edecek ve gemisine yol gösterecek iyi bir hikayeye ihtiyaç duyduğu aşikar.
Başarılı Liderlerin Sırrı: Hikaye Anlatıcılığı
Harvard Business Review