Şirketlerin Sürdürülebilirlikte Samimiyet Testi
Şirketlerin Sürdürülebilirlikte Samimiyet Testi

Şirketlerin Sürdürülebilirlikte Samimiyet Testi

Harvard Business Review
Yazar: Arzu Deniz Aksoy

Covid-19 pandemisi, önce kendimizi bir anda Contagion (Salgın) filminin platosundaymışız gibi hissetmemize neden oldu, sonra da bilimkurgu benzeri bir doğa olayının yarattığı gerçek küresel yıkımı deneyimlememize izin verdi. Çok kısa süre içinde de sınırları aşan ve milyarlarca insanı, içinde yaşadığımız ekonomiyi ve toplumu etkileyen küresel bir krize dönüştü. Bir yandan insan biyolojisinin kırılganlığını bize hatırlatırken, karşılığında doğanın insan kaynaklı endüstriyel faaliyetlere karşı ne kadar da savunmasız olduğu gerçeğiyle yüzleşmemize yol açtı. Yakın zamana kadar iklim değişikliği ya da sürdürülebilirlik hakkında pek fazla düşünmemiş insanlar dahi, sistemlerin yeni bir krize nasıl hazırlıksız ve dirençsiz olabileceğini apaçık gördü.

İçinde bulunduğumuz durumdan pek çok ders çıkarmak mümkün. Bunlardan biriyse “yeni normal”de yalnızca “hayatta kalmak” için çabalamanın tek başına yeterli olmadığı. Şirketlerin Covid-19 sonrası bir ortamda hayatta kalmayı başarırken, aynı zamanda gelişmek için fırsatları yakalamalarına ve geleceklerini şekillendirmelerine olanak tanıyan uzun vadeli sürdürülebilirlik stratejileri uygulamaları büyük önem taşıyor.

Yaklaşık son 10 yıldır şirketlerin kısa vadeli kârlar yerine uzun vadeli sürdürülebilirliğe odaklanması gerektiğine ilişkin söylemler duyuyoruz. Evet, kârlılık hâlâ çok önemli. Ancak adil, sosyal sorumluluk içeren, çevreye duyarlılığı ve sürdürebilirliği önemseyen bir yaklaşıma sahip olmak; o şirketin çalışanları, iş ortakları ve yatırımcılar açısından giderek daha değerli hale geliyor.

Bu konuda ciddi adımlar atan şirketler var, atıyor(muş) gibi olanların varlığınaysa bu kriz vesilesiyle tanık olduk. Dolayısıyla Covid-19 salgını, düşük karbonlu ve sürdürülebilir gelecek konusunda ciddi olan ve olmayanları ayıran bir samimiyet testine dönüşmüş durumda.

Krizden Çıkış için Bir Kaldıraç

Bugünün sorusu, “Sürdürülebilir iş uygulamalarını başlatmanın gerekip gerekmediği” değil, “Tüketicilerin, hissedarların veya hükümetlerin bunu yapmayan işletmeleri cezalandırmasının ne kadar süreceği.”

Sürdürülebilirlik modası hızla geçecek bir trend de değil, yeni bir iş gerçekliği. Covid-19'dan etkilenen yeni normalde, şirketlerin sürdürülebilirliği uzun vadeli bir iyileşme ve büyüme planına dahil etmesi hem gerekli hem de çok değerli.

Pandemi sonrasında, krizin yıkıcı etkilerinden olabildiğince çabuk sıyrılmaya çalışırken yeni bir dünya inşa etmede sürdürülebilirliğin çok önemli bir kaldıraç olacağına dair güçlü görüşler bulunuyor. Birçok hükümet, sürdürülebilir toparlanma ihtiyacını ve fırsatını kabul ediyor. Nitekim henüz krizin başında olduğumuz günlerde, Nisan 2020'de G20 Maliye Bakanları “çevresel olarak sürdürülebilir ve kapsayıcı bir toparlanmayı destekleme” taahhüdünde bulundu. Şirketlerin de önlerine çıkacak riskleri dengelemek, fırsatları yakalamak ve geleceklerini şekillendirmek için iş modellerini daha sürdürülebilir seçenekler lehine yeniden keşfetmeleri gerekecek. Bu yaklaşım, yalnızca mevcut ortamı aşmalarına yardımcı olmayacak, aynı zamanda rekabet avantajı da sağlayacak. Özetle bu sürdürülebilir uygulamaları benimseyen şirketler, uzun vadede kazançlı çıkacak.

Ancak ESG yani çevresel, sosyal ve kurumsal yönetim temelli yatırım yapmak, yapılacak işler listesinde yanına “tik” atılmayı bekleyen bir maddeden ibaret değildir. Bugün artık hiçbir şirket, yıllık faaliyet raporuna birkaç paragraf ekleyerek üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdiğini iddia edemez. Bu nedenle günümüzde birçok şirket, ESG unsurlarını gelirin ve yatırımın ardından üçüncü sırada konumlandırıyor. Artık daha fazla işletme çevresel, sosyal ve yönetişim temelli konulara odaklanmanın belirli bir vadede iş performansını artırdığını keşfediyor.

CEO’ların İklim Bilinci Artıyor

Bununla birlikte iş liderlerinin, pandeminin yarattığı ortamdan esinlenerek, toplumsal konularda bir duruş alma ve iklim değişikliği konusunda harekete geçme ihtiyacı hissettikleri görülüyor. Danışmanlık şirketi KPMG’nin 6 Temmuz-5 Ağustos tarihleri arasında 315 CEO ile gerçekleştirdiği anket, işletmelerin önceye göre daha fazla amaç odaklı olduklarını gösteriyor. Dünya ekonomisine yön veren bu CEO’ların yüzde 79'u kriz başladığından bu yana amaçlarıyla daha güçlü bir duygusal bağ hissettiğini söylüyor ve aynı yüzde, amaçlarını yeniden değerlendirmek zorunda kaldıklarını belirtiyor.

Benzer şekilde CEO’ların iklim bilinci de artmaya devam ediyor. Ankete katılanların yaklaşık üçte ikisi (yüzde 65), bu riski yönetmenin önümüzdeki beş yıl boyunca işlerini sürdürüp sürdürmemelerinde rol oynayacağını kabul ediyor. Nihayet, iklim riskinin her şirketin değerlendirmesi ve yönetmesi gereken bir konu olduğunun farkına varıldığı görülüyor. Şimdi sıra, bu iyi niyetlerin eyleme dönüştürülmesinde.

Yeni Nesilleri İzleyin!

Önümüzdeki birkaç on yılda, X, Y ve Z kuşakları nüfus ve servet bakımından, II. Dünya Savaşı ile Soğuk Savaş arası dönemde doğan kuşakları gölgede bırakacak. Eğer bugün hâlâ sürdürülebilir dünya için herhangi bir planlama yapmamış ya da bu konuda bir tutum geliştirmemiş bir şirket varsa ona yeni nesilleri izlemesini öneririm. Çünkü bu yeni nesillerin en önemli özelliği, sürdürülebilirliği gerçekten ve derinden önemsiyor olmaları. Onların gözü, her zaman sürdürülebilir şirketlerin üzerinde. Bu şirketlerin yaptıklarını takip ediyor ve geleceğin dünyasını şekillendirmeleri konusunda giderek daha fazla talepkâr oluyorlar. İsveç Parlamentosu önünde başlattığı “Fridays For Future” protestolarıyla dikkat çeken ve sözünü sakınmayan Greta Thunberg’in açtığı yolu, Almanya’da Luisa Neubauer, Hindistan’da Ridhima Pandey, Kenya’da Winnie Asiti ve dünyanın pek çok bölgesindeki aktivist genç izledi. Korkusuz, mücadeleci ve dünyayı kurtarmak için savaşma konusunda son derece kararlı olan bu gençlerden öğreneceğimiz çok şey var. Son olarak, bu konuda adım atmayan şirketlerin, kuşaklar arası refah aktarımının gerçekleşeceği önümüzdeki birkaç on yıl içinde, rekabette geride kalacağını da aklınızın bir köşesinde tutun derim.

Şirketler Gerçeği Görmezden Gelemez

Covid-19 döneminde, hükümetler açısından daha acil görülen vatandaşlara destek ve altyapı projeleri gibi alanların finansmanının öne çıktığı bir gerçek. Bu nedenledir ki birçok ülke Paris İklim Anlaşması kapsamındaki yeni emisyon azaltma hedeflerinin hazırlanmasını ve sunulmasını geciktiriyor.

Peki ya şirketler? Hükümetler sürdürülebilirlikten biraz ödün verirken şirketler bunu yapabilir mi? Cevap, kesinlikle hayır. Hükümetler kısa vadeli ekonomik büyümeyle meşgulken şirketlerin uzun vadede paydaşlarını tatmin etmesi gerekiyor. Nitekim Google, Eylül ayı ortasında iklim ve yenilenebilir enerji taahhütlerini ikiye katlayacağını duyurdu. 2050 yılına kadar, temiz enerji ile ‘her saat ve her yerde’ faaliyet gösteren ilk çok uluslu şirket olmayı ve 500'den fazla şehri bir milyar ton CO2'yi azaltmak için desteklemeyi hedefliyor. 

Toplam piyasa değeri 24,8 trilyon ABD dolarının üzerinde olan bin 300’den fazla büyük uluslararası şirketten oluşan bir koalisyon olan We Mean Business, 2050'ye kadar net sıfır karbon emisyonuna ulaşma sözü verdi. Walmart, tedarikçileri ve müşterileri tarafından üretilen ‘Kapsam 3’ emisyonları için hedefler belirlemese de 2040 yılına kadar küresel operasyonlarında sıfır emisyon hedefleyeceğini duyurdu.

Birçok şirket, bu zor zamanlarda bile emisyon azaltma planlarını benimsemenin gerçekten mümkün ve kârlı olduğunu bize gösteriyor. Politika yapıcıların, yeşil büyümenin en iyi büyüme stratejisi olduğunu gösteren aksiyonlar aldığını görmek de bizi mutlu ediyor.

Pandemiden Geriye Kalan

Bir dönüm noktasındayız. Ya öğrendiklerimizi görmezden gelerek daha önce bulunduğumuz yolda devam etmeyi seçebiliriz ya da ilerlememize yardımcı olacak yeni iş modellerini.

Bu pandeminin etkisinin geçici olduğunu, belki bir veya iki yıl içinde sona ereceğini ancak iklim değişikliğinin ekonomi üzerindeki etkisinin neredeyse kalıcı olduğunu hatırlayalım. İşte bana göre bu krizden en önemli çıkarım, Covid-19’un bize, insanlığa yönelik ortak tehdide karşı birlikte savaşmamız, güçlerimizi birleştirmemiz gerektiğini göstermesi oldu. 

İnsanlık tarihinde ilk kez, dünyanın çok ihtiyaç duyduğu çevresel ve sosyal çözümleri bulacak teknolojiye ve insan zekasına sahibiz. Sadece bunu yapmak için kolektif irademizle sınırlıyız. Şimdi, bu kolektif iradeyi korumalı ve bunu dünyanın en büyük sorunlarına karşı harekete geçirmeliyiz.

Liderlerin salgın sonrası bir dünyaya geçişe yardımcı olmak için atabilecekleri en önemli adım, paydaşları güçlendirmek ve hiçbir şirketin tek başına çözemeyeceği sorunları çözmek için geleneksel rakipler de dahil olmak üzere başkalarıyla işbirliği yapmaktır.

Kaostan doğan tek bir umut varsa o da nihayetinde normal hayata dönmenin herkese sürdürülebilir yaşamı uygulamaya yeni bir başlangıç ​​yapmak için bir fırsat sunmasıdır.  Dünya tarihi sürekli olarak, insanların kendi türünü yok edebilecek nitelikte felaketleri başına açması ve insanlığın kaderini değiştiren mucizevi buluşlara imza atması döngüsüne tanık oluyor. Hayatta kalma güdümüz ve uyum sağlama yetimiz o kadar güçlü ve yaratıcılığımız o kadar yüksek ki, en önemli özelliğimiz olan işbirliği yapabilme yeteneğimiz sayesinde kendi sonumuzu getirmenin eşiğinden defalarca dönebiliyoruz. İşte bu noktada, birleşik ve odaklı çaba, çevresel sürdürülebilirliği güçlendirebilir ve dünyayı küresel iklim değişikliğinin etkilerinden kurtarabilir.

Pandemi sona erdiğinde, cebimizdeki öğrenimlerin, harekete geçme isteğimizi şekillendireceğine ve böylece yarın için daha sürdürülebilir bir dünya oluşturabileceğimize dair iyimserim. 

Bu sürecin sonunda, ulusallaşma ve içe kapanma yerine işbirlikleri ve beraberlik ruhunun üstün gelmesini ve 2030 Eylem 10 Yıl Gündeminin tekrardan hız kazanmasını umut ediyorum.